20 Kasım 2017 Pazartesi

KRAL...

Moonchild White Crow Benliğimi bir endişe kaplamıştı ve la Gorda’nın ne söylediğine bile dikkat edemiyordum. O, konuşmasına devam ediyor, köprüyü geçmeye yönelik ikinci girişimimizden anımsadıklarını anlatıyordu. Söylediğine göre Silvio Manuel onlara bağırıp çağırmış. Köprüyü geçmeyi bir kez daha deneyebilmeleri için gerekli eğitimi almış olduklarını, öteki benliğe geçmeleri için gerekli olan tek edimin, birinci dikkatlerinin niyetini terk etmek olduğunu söylemiş. Bir kez öteki benliğin bilincine girmeyi becerdiklerinde, Nagual Juan Matus ve topluluğunun erkinin onları yakalayıp kolayca üçüncü dikkate taşıyabileceğini anlatmış— bu, normal bilinç düzlemlerinde çömezlerin asla yapamayacakları bir şeymiş.
BeğenDaha fazla ifade göster
· Yanıtla · 6 saat
Kaldır
Moonchild White Crow
Moonchild White Crow “Görücüler, üç tip dikkat olduğunu söylerler,” diye sürdürdü don Juan. “Bunu söylediklerinde tüm hisseden varlıkları değil sadece insanı kastederler. Fakat bunlar yalnızca dikkat tipleri değil, daha çok dikkat dereceleridir. Bunlar ilk, ikinci ve üçüncü dikkattir, her biri kendi içinde bütün, bağımsız alanlardır.” İnsandaki ilk dikkatin hayvansal dikkat olduğunu, deneyim süreci sayesinde gündelik hayatın sayısız yönünü gerçekten halleden karmaşık, detaylı ve son derece hassas bir yetenek olarak geliştiğini açıkladı. Diğer bir deyişle, insanın düşünebileceği her şey ilk dikkatin parçasıymış. “İlk dikkat, sıradan bi insan olarak her şeyimizdir,” diye devam etti. “Hayatımızı bu kadar kesin yöneten bi tesirin altında ilk dikkat, sıradan bi insanın sahip olabileceği en değerli varlıktır. Belki bizim tek değerli varlığımızdır.” “Yeni görücüler gerçek değerini göz önüne alarak, görme yoluyla ilk dikkati yoğun bi şekilde incelemeye başladılar. Bulguları, hem kendilerinin hem de, çoğu onların ne gördüğünü tam anlamasa da, takipçilerinin ilk tam görüşlerini oluşturdu.” Yeni görücülerin yoğun incelemelerinin neticelerinin akıl ve mantıkla çok az alakası olduğunu da vurgulayarak uyardı beni, çünkü ilk dikkati inceleyip açıklamak için insanın onu görmesi gerekirmiş. Bunu ancak görücüler yapabilirmiş. Ancak görücülerin ilk dikkatte gördüklerini incelemek şartmış. İlk dikkatin nasıl işlediğini anlamak için tek olanakmış bu. “Görücülerin gördüklerine göre, ilk dikkat farkmdalık parıltısının çok yüksek bi parlaklığa ulaşmış halidir,” diye devam etti. “Ama bu kozanın üstüne sabitlenmiş bi parıltıdır denebilir. Bu bilineni örten parıltıdır.” “İkinci dikkat ise, farkındalık parıltısının daha karışık ve uzmanlık gerektiren bi durumudur. Bilinmeyenle ilgilidir. İnsanın kozası içindeki kullanılmayan yayılımlar değerlendirilirse oluşur.” “İkinci dikkat, uzmanlık gerektirir dememin sebebi bu kullanılmayan yayılımları değerlendirmek için bi insanın alışılmadık, ayrıntılı taktikleri üstün bi düzence ve yoğunlaşmayla uygulamasını gerektirdiğindendir.” Bana daha evvel, rüya görme sanatını öğretirken söylediği gibi, insanın rüya görürken, rüya gördüğünün ayırdına varacak yoğunluğa ulaşması ikinci dikkatin önkoşuluymuş. Bu yoğunlaşma şekli, günlük hayatla uğraşırken sahip olduğumuz bilinçlilik gibi bir bilinçlilik türü değilmiş. İkinci dikkat ayrıca sol yan farkındalığı olarak da adlan- dırılıyormuş; insanın imgeleyebileceği en geniş alanmış hatta öyle genişmiş ki sınırsız sayılabilirmiş. “Hayatta orada avareliğe kalkışmazdım,” diye devam etti. “O kadar karışık ve tuhaf bi bataktır ki aklı başında görücüler bile yalnızca çok sıkı kurallar altında oraya girerler.” “Büyük zorluk, ikinci dikkate girişin acayip kolay ve cazibesinin neredeyse karşı konulmaz olmasıdır.” Farkındalığın ustası olan eski görücülerin, uzmanlıklarını kendi farkındalık parıltılarına uygulayıp onu akıl almaz boyutlara genişlettiğini söyledi. Esasında kozaları içindeki yayılımların her seferde tek bandını aydınlatmayı amaçlamışlar. Başarmışlar da, fakat gariptir her seferinde bir bant aydınlatma başarıları ikinci dikkatin batağına hapsolmalarına neden olmuş. “Yeni görücüler bu hatayı düzelttiler,” diye devam etti, “ve farkındalık ustalığının doğal sonuna ulaşmasını, yani tek bi vuruşta farkındalık parıltısının genişleyerek saydam kozanın sınırları dışına erişmesini sağladılar.” “Üçüncü dikkate, farkındalık parıltısı içten gelen ateşe
dönüştüğünde ulaşılır: bu tek bi bandı değil insanın kozası içindeki bütün Kartal yayılımlarını alevlendiren bi parıltıdır.” Don Juan, yeni görücülerin hayattayken ve kimliklerinin bilincindeyken üçüncü dikkate ulaşmak için gösterdikleri çabayı saygılı bir korkuyla ifade etti. Ayrıksı insanların ve diğer hisseden varlıkların bilinmeyen ve bilinemeyene farkında olmadan girişlerini bahse değer bulmuyordu; bunlardan Kartal’ın armağanı olarak söz etti. Yeni görücüler için üçüncü dikkate girmek de bir armağanmış ama anlamı farklıymış. Bu, ulaştıkları nokta için bir ödülmüş. Ölüm anında, tüm insanlar bilinemeyene girer, fakat bazıları çok kısa bir an için ve sadece Kartal’ın besinini arıtmak için üçüncü dikkate ulaşırmış. “İnsanın en üstün başarısı,” dedi, “bu dikkat derecesine, yaşam gücüne sahipken, titrek bi ışık gibi Kartal’ın gagasına doğru yuvarlanan bedensiz bi farkındalığa dönüşmeden, ulaşmaktır.” Don Juan’in açıklamalarını dinlerken etrafımdaki her şeyin görüntüsünü tamamıyla gözden kaybettim. Görünüşe göre Genaro kalkmış ve çıkıp gitmişti, ortada yoktu. Gariptir, kendimi kayanın üstüne sinmiş, yanımda don Juan’ı beni nazikçe omuzlarımdan kavrayıp tutmuş buldum. Kayanın üstüne uzanıp gözlerimi kapadım. Batıdan esen yumuşak bir esinti vardı. “Uyuma,” dedi don Juan. “Hiçbi sebeple bu kayada uyuyakalma sakın.” Oturdum. Don Juan, gözlerini dikmiş bana bakıyordu. “Kendini rahat bırak,” diye devam etti. “İçsel konuşmanı sustur.” Bir korkuyla sarsıldığımda tüm yoğunlaşmam onun söyledikleri üzerindeydi. Önce ne olduğunu bilemedim; başka bir güvensizlik nöbeti geçiriyorum sandım. Ama sonra bir anda kafama dank etti, akşamüstünün çok geç bir saati olmuştu. Benim bir saat sürdü sandığım konuşma tüm gün sürmüştü.
Bana ne olduğunu anlayamama rağmen bir uyumsuzluk olduğunun tamamen ayırdında olarak, sıçrayıp kalktım. Vücuduma koşma isteği veren garip bir his duyumsadım. Don Juan beni zorla zapt edip durdurdu. Yumuşak yere düştük ve beni orada sımsıkı tuttu. Don Juan’m bu kadar güçlü olduğunu hiç bilmiyordum. Vücudum şiddetle sarsıldı. Kollarım sallanırken her yana savruldu. Ani bir nöbet geçiriyor gibiydim. Yine de bir yanım, vücudumun titreyip, bükülüp sallanmasını hayranlıkla seyredebilecek kadar benden ayrılmıştı. Nihayet spazmlar kesildi ve don Juan beni bıraktı. Sarf ettiği çaba onu soluk soluğa bırakmıştı. Tekrar kayanın üstüne tırmanıp, ben iyileşene kadar orada oturmamızı önerdi. Onu her zamanki sorumla sıkboğaz ettim: Bana ne olmuştu? Benimle konuşurken belirli bir sınırın ötesine itilip sol yanın çok derinlerine girdiğimi söyledi. O ve Genaro, benim peşimden oraya gelmişlerdi. Ve nasıl hızla girdiysem aynı hızla çıkmıştım.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder