Hakk’ın Hakikatinin yaşandığı bilinç seviyesiHer şeyin Zât’ta fâni olduğunu müşahede ve yaşam hâliVelâyetin sonucu olan, Vahdet-i Vücud anlayışının yaşamı
Seyri sûlukta yani tasavvuf çalışmalarının bir yoldan yapılması hâlinde kişi şu yedi mertebeyi aşar:
Ruhu cüz`isinin ne olduğunu bilir
Aklı ve muhakemesini farkedip, düşünerek harekete başlar
Aklının Akl-ı Külli olduğunu farkedip; ruhunun Ruh-u Â`zâm’la kâim olduğunu; nefs`inin Nefs-i Küll`den geldiğini hisseder.
Hepsinin Zât`ta fâni olduğunu müşahede eder ve neticesini yaşar. (Cem makamıdır)
"İbn-ül Vakt" olduğunun bilincindedir. (Vahdet-i vücûd - Ene`l Hak hâlidir) (Fenâ Fillah)
"Ebû`l Vakt" diye işaret edilen kemâlât ile yaşar. (Vahdet-i Şuhud) (Bakâ Billah) (fark bölümüdür)
"Fakr" = mahvı küll = Hiçlik (Vâhidiyet mertebesidir)
Tevhid’in dördüncü, makamatı ittihatın da birinci makamına Cem tabir olunur. Makam-ı Cem’in keyfiyeti ve zevki de, hak zahir, halk batın şuhut olunacaktır. Yani saliğin kuvvesinde hak zahir olunca, halk batın kalır. Mesela gece olunca yıldızlar var halkiyet mertebesi. Gündüz Güneş doğduğu zaman yıldızlar Güneş’in vücudunda batında kalır, işte Güneş bütün yıldızları batında cem ettiği gibi vucudu Hak dahi kendi zatı ile zahir olur. Bütün mümkinat onun tecelli ve zuhuru altında batın olur. Makam-ı Cem’de halkın batın, Hak’kın zahir olmasına diğer bir örnek de:
İnsan meydanda dururken sabah Güneşi doğar kendisinden bir gölge zuhur eder, Güneş yükseldikçe gölgede küçülür, Güneş tam başımızın üzerine geldiği zaman ise(en dik olduğu an) insanın kendisinden zahir olan gene kendisinde batın ve müstehlik kalır. İşte Nuru Berzahiye denilen bütün bu mümkünat dahi Hak’kın kendi zatında kendi zatı ile tecelli eder ve abdi mahzun cemin kuvvesinde zuhuru itibari ile abut batın Hak zahir olur. Hak zahir olunca her şey batın olmaz, hep hak olur. Şey olan batın kalır. Yani latif olan onun için Mansur bu makamın tesiri altında kalıp Enel-hak dedi ama Enel-hak diyen yine Hak’kın kendisidir. İşte bu makam bütün melaike ve cinin ademe secde ile emrolundukları makamdır.Ademe Cenab-ı Hak buyuruyor: ‘Fe iza sevveytuhu ve nefahtu fihi min ruhi fekau lehu sacidine (Hicr29).’
Yani ben ademe kendi ruhumdan ruh nefyettim siz de ona secde edin. Ademde Hak’kın varlığı tecelli etmemiş olsa idi, Hak meleklerine secde etmelerini emir etmezdi. Ademe secde edin emrinin ademde tecelli eden Hak’ka secde etmek olduğuna bir misal verecek olursak, mesela deniz sakin dururken dalgası filan yoktur. Fakat deniz kendiliğinden karışıp harekete geldiği zaman insan büyüklüğünde bazen de daha yüksek hatta vapur uzunluğunda dalgalar yükselmeye başlar. Dalga denizden yukarı doğru şekillenince kendi deniz iken dalga ismini alır. Şuhut edip kendisinin denizin suyundan gayrı bir su olmadığını ve çevresine bakıp denizden başka bir varlık olmadığına arif olunca yek nazarla Enel-Hak der. Yani deniz benim diyor. İşte burada deniz benim diyen yine denizdir. Burada dalgasının deniz benim demesi denizin vücudu ayrı benim vücudum ayrı deniz demesi değildir, yek nazarla diyor. Yani ben denizim demesi benim denizden başka vücudum yoktur demesidir. İşte Mansur’un veya cem salikinin dahi bu makamda enel-hak demesi bu cihetle iledir. Madem ki bana üflenen ruh Hak’kın kendi ruhundandır zat itibari ile de haktan gayrı değilim demektir. Bu itibarla;
(Ve lillahil meşruke vel mağribu feeynema tüvellu fesemme vechullahi innallahe vasiun aliym Bakara115) ayeti kerimenin manası Cenab-ı Hak diyor ki:
‘Magrip ve maşrik cihetleri Allah’ındır, her ne yana tevellü edersen yani dönersen vechi zat cihettir.’
Bu makam salikinin rabıtası ‘İLLEL MEVCU DE İLLA ENE’ dir. Ene ile kendini şahadet eden yine kendisidir. Ayeti kerimede:
‘Şehidallahu ennehu la ilahe illa hu! Vel melaiketu ve ulul ilmi kaimen bilkıst ve huvel azizul hakim(Ali imran 18)’ buyuruyor..
Seyri sûlukta yani tasavvuf çalışmalarının bir yoldan yapılması hâlinde kişi şu yedi mertebeyi aşar:
Ruhu cüz`isinin ne olduğunu bilir
Aklı ve muhakemesini farkedip, düşünerek harekete başlar
Aklının Akl-ı Külli olduğunu farkedip; ruhunun Ruh-u Â`zâm’la kâim olduğunu; nefs`inin Nefs-i Küll`den geldiğini hisseder.
Hepsinin Zât`ta fâni olduğunu müşahede eder ve neticesini yaşar. (Cem makamıdır)
"İbn-ül Vakt" olduğunun bilincindedir. (Vahdet-i vücûd - Ene`l Hak hâlidir) (Fenâ Fillah)
"Ebû`l Vakt" diye işaret edilen kemâlât ile yaşar. (Vahdet-i Şuhud) (Bakâ Billah) (fark bölümüdür)
"Fakr" = mahvı küll = Hiçlik (Vâhidiyet mertebesidir)
Tevhid’in dördüncü, makamatı ittihatın da birinci makamına Cem tabir olunur. Makam-ı Cem’in keyfiyeti ve zevki de, hak zahir, halk batın şuhut olunacaktır. Yani saliğin kuvvesinde hak zahir olunca, halk batın kalır. Mesela gece olunca yıldızlar var halkiyet mertebesi. Gündüz Güneş doğduğu zaman yıldızlar Güneş’in vücudunda batında kalır, işte Güneş bütün yıldızları batında cem ettiği gibi vucudu Hak dahi kendi zatı ile zahir olur. Bütün mümkinat onun tecelli ve zuhuru altında batın olur. Makam-ı Cem’de halkın batın, Hak’kın zahir olmasına diğer bir örnek de:
İnsan meydanda dururken sabah Güneşi doğar kendisinden bir gölge zuhur eder, Güneş yükseldikçe gölgede küçülür, Güneş tam başımızın üzerine geldiği zaman ise(en dik olduğu an) insanın kendisinden zahir olan gene kendisinde batın ve müstehlik kalır. İşte Nuru Berzahiye denilen bütün bu mümkünat dahi Hak’kın kendi zatında kendi zatı ile tecelli eder ve abdi mahzun cemin kuvvesinde zuhuru itibari ile abut batın Hak zahir olur. Hak zahir olunca her şey batın olmaz, hep hak olur. Şey olan batın kalır. Yani latif olan onun için Mansur bu makamın tesiri altında kalıp Enel-hak dedi ama Enel-hak diyen yine Hak’kın kendisidir. İşte bu makam bütün melaike ve cinin ademe secde ile emrolundukları makamdır.Ademe Cenab-ı Hak buyuruyor: ‘Fe iza sevveytuhu ve nefahtu fihi min ruhi fekau lehu sacidine (Hicr29).’
Yani ben ademe kendi ruhumdan ruh nefyettim siz de ona secde edin. Ademde Hak’kın varlığı tecelli etmemiş olsa idi, Hak meleklerine secde etmelerini emir etmezdi. Ademe secde edin emrinin ademde tecelli eden Hak’ka secde etmek olduğuna bir misal verecek olursak, mesela deniz sakin dururken dalgası filan yoktur. Fakat deniz kendiliğinden karışıp harekete geldiği zaman insan büyüklüğünde bazen de daha yüksek hatta vapur uzunluğunda dalgalar yükselmeye başlar. Dalga denizden yukarı doğru şekillenince kendi deniz iken dalga ismini alır. Şuhut edip kendisinin denizin suyundan gayrı bir su olmadığını ve çevresine bakıp denizden başka bir varlık olmadığına arif olunca yek nazarla Enel-Hak der. Yani deniz benim diyor. İşte burada deniz benim diyen yine denizdir. Burada dalgasının deniz benim demesi denizin vücudu ayrı benim vücudum ayrı deniz demesi değildir, yek nazarla diyor. Yani ben denizim demesi benim denizden başka vücudum yoktur demesidir. İşte Mansur’un veya cem salikinin dahi bu makamda enel-hak demesi bu cihetle iledir. Madem ki bana üflenen ruh Hak’kın kendi ruhundandır zat itibari ile de haktan gayrı değilim demektir. Bu itibarla;
(Ve lillahil meşruke vel mağribu feeynema tüvellu fesemme vechullahi innallahe vasiun aliym Bakara115) ayeti kerimenin manası Cenab-ı Hak diyor ki:
‘Magrip ve maşrik cihetleri Allah’ındır, her ne yana tevellü edersen yani dönersen vechi zat cihettir.’
Bu makam salikinin rabıtası ‘İLLEL MEVCU DE İLLA ENE’ dir. Ene ile kendini şahadet eden yine kendisidir. Ayeti kerimede:
‘Şehidallahu ennehu la ilahe illa hu! Vel melaiketu ve ulul ilmi kaimen bilkıst ve huvel azizul hakim(Ali imran 18)’ buyuruyor..
İşte Cem makamının zevki de budur. Hak zahir demek halkın zahiri hak, halk batın demek Hakkın batını halktır. Onun için bu makam sahiplerine Allah’ın batın kulları denir. Hakkın varlığını kendi varlığında gizler, batın olur. Kendisi hakkı zahirde şuhut eder kendi mahfi olur yani gizlenir. Böylece bu makamın rabıtası da İllel mevcude illa ene’dir. Görünen mevcudat gayri bir mevcudat değildir ancak benim.
Halime Lafçıoğlu’nun açıklaması
CEM MAKAMI
Allah’ı bilişin başlamasıdır. Kulun nefsinden soyunması ve zatta fani olmasıdır. Allah’ ın tüm varlığı kendi zatında cem etmesi toplamasıdır...Bu hep böyledir de biz buraya gelince idrak ederiz.
Biz kendimizi var kabul etmeyi bırakırız artık ve nereye bakarsak sadece bizi yaratan Allah’ı görürüz..
Allah’ da yaşamayı deneyimleriz. Onun işitmesini kullanırız. Onun görmesini kullanırız. Görmeye” Basar” denir. İşitmeye “Semi” denir.
Böylece dünya gözüyle tüm galaksileri görebilir ve bilgi alabilirsiniz. Yine galaksileri işitebilirsiniz...
Kelam yani söz Allah’ındır.. Siz onu akışta izlerken onun konuşmasını bilirsiniz...Sadece hayata akarken o akıştır konuşması ve size kendini bir şekilde anlatır..
Sizden dışarıya yansıyan sadece Hak ve hakikattir. Hallacı Mansur’un En-el Hak dediği yer. En-el hak diyen Allah’tır onun ağzından...Bunun bilincinde olacaksınız.
Kul devamlı hak ile meşgul olunca ondan yansıyan yani tecelli edende Hak’tır. Bu durumda Hak zahir olur .Dünyada onun yaşamını sergilersin, senden Hak tecelli eder başkaları gönül gözüyle görebilir.
Halk yaşamı da batınında olur. Dünya yaşamını ancak kendi sırrında deneyimlersin ama gizli kalır ,dünyaya tecelli etmez.. Edemez !! Böylece Hak zahir olur görünür ve bilinir...Halk ,dünya yaşamı bittiğinden sırrına saklanır ve gizlenir, onu gizli yaşar hasret giderirsin bir süre, sonra oda biter.
Yine dünya gözüyle Atomu, elementleri , elektronu, nötronu görebilirsin. Önce melekler gözüne ayar yapar.
Artık bir gözün hep Ahireti görür ve küçülür.
Kulağına ayar yapılır ve bir kulak hep ahireti işitir..
Böylece bir kulak dünyayı duyarken diğeri ahireti duyar ve bir daha dünyayı duymaz.. Sağ kulağım dünya seslerini çok az duyuyor telefonu tutmuyorum.
Sol gözüm dünyayı ve ahireti de görebiliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder